
bir ömür kolay geçmiyor. hele türkiye’de yaşıyorsanız, hele bir de en olmadık zamanda devrimci olduysanız.
büyük ustanın da tarih sayfasına düşmesi ilk olarak böyle olur. tutar sevdiği kıza bir nazım hikmet şiiri yollar bir mektubunda. çocuk aklı belki, nereden bilsin nazım’ın suçlu nazım şiirlerinin de suç olduğunu o yıllarda. ya da devrimci bir kararlılıktır belki de. bilemeyiz. ancak böyle yazılır ustanın tarihe mal olacak hayat hikayesinin başlangıcı. üç hafta göz hapsinde tutarlar, iki ay da hapiste yatırırlar ustayı. bu da bir eğitim olmuştur belli ki hayatında. halkını bu denli tanımasının nedenlerinden biri de bu mahpusluktur belki. 1948’de ilk şiir kitabı duvar’ı çıkardığında belli ki yaşadıklarının izi kalmıştı aklında.
ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler
onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık
temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
hayatındaki bir başka önemli olay fransa’ya, paris’e gitmesi ve orada yaşadıklarıydı. bunu hem o dönem yazdığı şiirlerden hem de siyasal fikirlerinin ulusal sol anlayışa doğru evrilmesinden anlayabiliriz. enternasyonalizm fikrinden ezilen uluslar bilincine ulaşmasında fransa’da geçirdiği yılların önemli bir etkisi olmuştu. bunu kendi diliyle şöyle anlatıyor usta:
“...fransız komünist partisi’nin içerisinde bir zenci hanım tanıdım. hekim olmak üzereydi, o zamanın şartları içerisinde beni çok şaşırtan bir hâli vardı. paris’in göbeğinde kafasını kazıyarak dolaşırdı ve her sabah kazırdı o kafayı. dallı güllü acayip entariler giyerdi. ve mısır sapından yapılmış bir pipo içerdi, memleketinin piposu. sonra tanıştık. komünist, ama fransa’ya düşman. ilk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştım. komünistler enternasyonalist olurlar, böyle bir şey olur mu? hayır düşman… “niye?” diye sorduğum zaman şu cevabı verdi: “bizim okuduğumuz tarih kitaplarından biz nasıl öğreniriz biliyor musunuz tarihi? ecdâdımız olan galyalılar uzun boylu, mavi gözlü adamlardı.” siz olsanız ne yapardınız? o zaman birdenbire uyandım: bunların memleketlerinde halka hakâret eden, onu aşağılayan ve hor gören birtakım aydınlar var. bizdeki aydınlar da onlara benziyordu. hâlbuki biz kurtuluş savaşı yapmış ve onları yenmiştik. “burada büyük bir yanlışlık var” dedim.”
burada büyük bir yanlışlık vardı. fransa’da geçirdiği dönemde kendisini enternasyonalist olarak tanımlayan fransız komünist partisi içinde bile zencilere yapılan ugulamalar karşısında tepki vermemesi olanaksızdı. bu durum onda batının ikiyüzlülüğü hakkında önemli fikirler oluşturmuştu ki bu durumun ilerleyen yıllarda ulusal sola yaptığı katkıların da başlangıç noktasını oluşturduğunu söyleyebiliriz.
kolay geçmiyor dedik ya ömür, adı çıkmış bir kere komünist diye. bırakırlar mı yakasını. 1951’de bu defa da gazetede çıkan bir yazısından dolayı hakkında kovuşturma başlatılıyor. kovuşturmadan bir sonuç çıkmıyor ama o da soluğu tekrar paris’te alıyor. bir süre paris’te kalıyor ve burada marksist yayınlar okuyarak düşünce dünyasını genişletiyor. fransa’dan memleketine dönmeye birgün yolda yürüken fransızca düşünmeye ve kafasında fransızca şiirler yazmaya başladığını farkedince karar veriyor. tekrar yurda döndüğünde bir süre yarıda kalan hukuk eğitimine devam ettikten sonra gazetecilik, yazarlık, senaristlik derken pek çok alanda uğraş verdiyse de adını yine en çok şiirle duyuruyor. yıllar içinde yazdığı nice dize okuyucularının aklında ve dilinde yer ediyor. onu okuyanlar kimi zaman üçüncü şahsın şiirinde kendini buluyor, kimi zamansa kimi sevsem sensin diyor unutamadığı aşklarını anımsayarak.
attila ilhan her ne kadar daha çok yazdığı aşk şiirleri ile tanımlansa da aslında çok yönlü bir düşün insanıydı. siyaset, dil ve kültür üzerine değerli düşünceleri olan bir aydındı.
türkiye’de ulusal bir kültürünün oluşması yolundaki çabalarını ve bu konudaki düşüncelerini ulusal kültür savaşı adlı eserinde işlemişti.
dil konusunda pek çok sol kökenli aydından farklı olarak öztürkçe’ye şiddetle karşıydı. dilimizde bulunan arapça ya da farsça kökenli kelimeleri türkçe’nin bir zenginliği olarak görüyor ve yüzyılların getirdiği bu birikimi bir bakıma imparatorluk döneminin mirası olarak görüyordu. attila ilhan’a göre türkçe bir imparatorluk diliydi, bu nedenle türkçeye arapça ve farsçadan giren kelimeler imparatorluk döneminin bir sonucu olarak dilimize mal olmuştu. bu denli dilimize mal olmuş kelimeleri söküp atmaya çalışmak son derece zararlı bir çabaydı ve dili yavanlaştırmaya yönelik bir hareketti.
bu konu ile ilgili olarak atatürk’ün görüşlerinin yanlış yansıtıldığını, mustafa kemal’in cumhuriyetin ilk dönemlerinde bu yönde yapılan çalışmaların yanlış olduğunu sonradan anlayarak geri adım attığını belirtmekteydi. ona göre bu geri adımdan sonra vazgeçilen çalışmalar atatürk’ün ölümüyle birlikte yeniden başlamış, ismet inönü-hasan ali yücel ikilisi dili özleştirmeye çalışarak türkçe’yi fakirleştirmişlerdi.
siyaset üzerine yazdığı yazılar ise özellikle yaşamının son yıllarında geniş halk kitleleri tarafından ilgiyle takip edilmiş ve pek çok kesimde olumlu ya da olumsuz ancak büyük bir tepkiyle karşılanmıştır.
attila ilhan büyük bir mustafa kemal hayranı olmasına karşın ismet paşa konusunda çok sert eleştirilerde bulunan bir aydındır. ona göre mustafa kemal tarihte eşine az rastlanır bir devrimci iken, ismet paşa ancak ileri bir bir tanzimatçı idi. ismet paşa tek parti döneminde, atatürk’ün son yıllarındaki hasta dönemi de dahil olmak üzere, ülkeyi zorbalıkla yönetmişti. hele türkiye işçi partisi’nin kurulmasının ardından chp’yi “ortanın solu” olarak tanımlaması türkiye’de demokrasinin sakat doğmasına yol açmıştı. çünkü chp’yi ortanın soluna yerleştirmek tip’i aşırı sola itmek anlamına gelirdi ki bu da türk soluna vurulan en büyük darbeydi.
attila ilhan’ın sol anlayışındaki önemli kişilerden biri de sultan galiyev’dir. ilk defa sultan galiyev’in ortaya attığı “tek ülkede sosyalizm” fikrini benimsemişti. ona göre galiyev mustafa kemal ile birlikte doğu halklarının iki büyük kahramanından biridir ve bugün onların hayaletleri hala avrasya üzerinde dolaşmaktadır. bu iki kahraman gelecekte kurulacak bölgesel işbirliğinin tarihi figürleri olacaktır.
attila ilhan’a göre sovyetler birliği sosyalizm açısından önemli bir tecrübe olarak görülebilirse de aslında çarlık rusya’sının ve rus emperyalizminin devamından çok da farklı değildi. ancak soğuk savaş sonrası rusya’sı ile bölgede kurulacak bir işbirliğine olumlu bakmaktaydı ve bu anlamda aleksandr dugin’in görüşlerini önemsiyordu. orta asya cumhuriyetleri ile ilişkilerin de önemli olduğunu düşünüyor, türkiye’nin bölge ile bağlarını ekonomik açıdan olduğu kadar kültürel açıdan da geliştirmesi gerektiğini düşünüyordu.
attila ilhan okuyucularıyla sıkı bağları olan bir yazardı. vefatından kısa bir zaman önce okuyucularından izin isteyerek cumhuriyet’teki yazılarına son vermişti:
"bilmem söylemiş miydim, benim sicilimde bir enfarktüs sabıkası vardır; geçtiğimiz yayın döneminde, "hekimlere bakarsan, aşırı çalışmadan bazı arazı nüksetti, gazeteye mümkün mertebe aksettirmeden, iki defa 'yoğun bakım'da kızağa çekildim.
yeni yayın dönemine başlamadan, görüşlerine başvurduğum dört farklı hekimin dördü de, üzerimdeki yükü hafifletmemin bir sağlık mecburiyeti olduğunu belirtti; dediklerine göre, iki yayınevi, bir gazete ve bir televizyondaki yoğun çalışmayı kaldıramazmışım.
cumhuriyet’teki yıllarım, meslek hayatımın en hareketli, en renkli, en bereketli yılları oldu. her şey -bilhassa tahammülünüz ve sabrınız- için hepinize teşekkür ederim."
büyük usta artık yorgun ve hastaydı. ve her ölümlü gibi birgün aramızdan ayrıldı. an geldi ve attila ilhan öldü.
ama arkasında onlarca kitap, yüzlerce deneme, sevenlerine hüzün ve ama daha önemlisi adını kendisinin koyduğu o meşhur dip dalgasını bıraktı.
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder