24 Temmuz 2007 Salı

deniz baykal ve chp politbürosu


Önce “ben demiştim” demek klişe oldu sonra da “ben demiştim demeyi sevmem” demek. Oysa herkes bilir ki ben demiştim demek çok keyifli bir iştir. Kimi zaman olaylar üzüntü verici şekilde gelişse de ufak nostradamusculuk oyunlarında başarılı olmak çoğu zaman insana keyif verir. Başlayalım;

halkı ezdirmeyeceğiz,
ülkeyi soydurmayacağız,
devleti böldürmeyeceğiz.

Halk eziliyor mu? Evet

Ülke soyuluyor mu? Kesinlikle.

Bölücülük tehlikesi var mı? Elbette.

Peki ya Chp bunlara karşı çıkacak güç müydü? Belki de.

Belki de değildi ancak şu bir gerçek ki Chp ve kendini tarif ettiği şekliyle “merkez sol” cumhuriyet tarihinin en büyük seçim yenilgisini yaşadı. Öyle ise ülkenin geleceğine bakıp karanlıklar içinde kalacağımızı düşünerek “ah vah” etmektense geçmişe şöyle bir bakıp nerede yanlış yapıldığını düşünmemiz daha mantıklı.

22 temmuz gecesi gelip de seçimin kesin sonuçları yavaş yavaş belli olduğunda gözler elbette chp genel merkezi’ne çevrilmişti. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan ve Akp seçim kutlamalarına çoktan başlamışlardı, oysa seçimin “mutlak mağlubu” Deniz Baykal ve Chp’den yana hala en ufak bir gelişme yoktu.

Derken Chp genel merkezi’nin önünde “parti teşkilatının tek hakimi” Önder Sav geldi. Biz Önder Sav’dan Deniz Baykal ve Chp yönetiminin istifa haberini beklerken o gece 11’de Deniz Baykal’la henüz görüşemediğini söyledi. Bu noktadan hemen belirtlelim ki Önder Sav Chp genel sekreteri, Deniz Baykal ise Chp genel başkanıdır. Yani seçim günü saatler gece 11’i gösterirken bir partinin genel başkanı ile genel sekreteri hala görüşmemişlerdi. Oysa gerçeğin böyle olmadığını herkes biliyordu. Önder Sav gözümüzün içine baka baka yalan söylemekteydi. Ntv yayınındaki konuklardan adını şu an hatırlayamadığım biri en doğru benzetmeyi yaptı:

“ Chp şu anda Soğuk Savaş Dönemi sovyetler birliği komünist partisi’nden farklı değil.”

Bu benzetme neden bu kadar doğru idi?

Chp yıllardır “Deniz Baykal hizibi” olarak geçen ve ansiklopedilere bile girmiş bir hiziple, çok dar bir yönetim kadrosuyla yönetiliyor ki bu da Sovyetler’deki politbüro kurumuna isabet ediyor.

Alın size Chp’nin politbürosu: Deniz Baykal, Önder Sav, Onur Öymen, Eşref Erdem, Cevdet Selvi, Mehmet Sevigen, Mustafa Özyürek.

işte bu “Chp politbürosu” bir kişi eksik bir kişi fazla defalarca seçimlere katılıp defalarca –karşısındaki parti ne olursa olsun- yenilgiye hatta yenilgiden öte hezimete uğramış bir kadro.

Elbette kimsenin hakkını yememek lazım. Söz konusu ülke Sovyetler Birliği bile olsa böylesine hezimetler yaşamış bir kadro eminim ki orada bile bir şekilde tasfiye edilirdi. Ve yine biliyor olmalısınız ki Rusça’da “tasfiye etmek” lafının çok fena anlamları vardır.

İşte bu kadro şimdi yine Chp’nin başında ve ayrılmayacağını bize bildiriyor. Pekiyi; ayrılsalar bile güç bela çözülebilecek, belki de çözülemeyecek sorunların işin başında onlar varken nasıl –hangi yöntemle- çözüleceğini vaat ediyorlar?

“Farklı kesimleri kucaklamak”

Çözümleri bu ve bu halleriyle insana -ilginç ama gerçek- “buruk kahkahalar” attırıyorlar. Neden mi?

Chp bu seçime hazırlanırken iki şey yaptı:

1) DSP ile ittifak

2) Merkez sağdan siyasetçileri saflarına katmak

Bunların ilki cumhuriyet mitinglerinin zoruyla ve sadece “sana şuradan şu kadar milletvekili” usulüne göre yapıldı. Ortaya ne gerçekçi bir hükümet programı koyuldu, ne de birleşmenin getirdiği hava doğru kullanılabildi.

İkincisi ise “cumhuriyet değerlerinin tehlikede olduğunu hisseden merkez sağ seçmenin(?)” de Chp’ye yönelmesi adına İlhan Kesici ve Yaşar Okuyan gibi sağcı politikacılar chp saflarına geçti. Ancak bu olay da Chp’nin sosyaldemokrat tabanında ters tepti. özellikle istanbul 1. bölgede Ufuk Uras’ın karşısına alternatif(!) olarak sunulan İlhan Kesici büyük oy kaybına yol açtı.

Öte yandan geçmişin izleri de unutulmuş değil. Baykal’ın ilçe yönetimlerinde bile karşıtlarını hatta ve daha doğrusu kendi yönetim tarzını benimseyeceğinden emin olmadıklarını nasıl insafsızca görevden aldığını, ilçe teşkilatı seçimlerinin yapılmasına birkaç ay kala karşıtlarının seçilmemesi için bir günde yüzlerce yeni üye alımı yapılmasına nasıl göz yumduğu hâlâ hafızalarda.

İşte tüm bu olanlardan sonra Baykal ve ekibi partiye küstürdükleri sosyaldemokratların onun dümenine su taşıyacaklarını zannediyorlarsa, avuçlarını yalayacaklarını onlara şimdiden bildiririm.

Ufuk Uras’ı beğenin ya da beğenmeyin, en doğrusunu o söylemiş, ben de kendimden bir şeyler ekleyip son sözümü söyleyeyim:

Solun Chp Politbürosu ile uğraşacak vakti yoktur. Ya onlar gider ya da sosyaldemokratlar yeni bir dünya kurup CHP’yi Mustafa Kemal’in kadim mirası olarak yad ederler.